8 Mart: Çiçeklerin Gölgesindeki Gerçekler
- Şenay Kum Göz
- 9 Mar
- 4 dakikada okunur

Bugün 8 Mart. Çiçeklerin, indirimlerin, sosyal medya mesajlarının gölgesinde kalan gerçek bir mücadele günü. Bugün, kadınların hakları için can verdiği bir tarih. 1857 yılında eşit işe eşit ücret istedikleri için 40,000 kadın dokuma işçisi greve gider. Grev sırasında çıkan yangında fabrikada kilitli kalan 129 kadın işçi hayatını kaybeder.
168 yıl önce başlayan mücadele hâlâ devam ediyor. Peki, neden?
1857 yılında yani günümüzden 168 yıl önce kadınlar çalışma şartlarında eşitlik için mücadele edip can vermişler. Yıl 2025 hala aynı mücadele devam ediyor kadınlar için. Kadınlar ilerleme kaydetmek için hep daha fazla çabalamak zorunda. Bugün hâlâ kadınlar, iş hayatında ve toplumda hak ettikleri değeri görmek için mücadele veriyor. Eşit işe eşit ücret hâlâ birçok ülkede bir hayal. Kadınlar, cam tavanları kırmak için erkek meslektaşlarından daha fazla çalışmak zorunda kalıyor. Anneliği ve kariyeri birlikte yürütmeye çalışırken toplumun baskısıyla, işyerinde ise görünmez engellerle karşılaşıyorlar.
Üstelik yalnızca ekonomik ve sosyal eşitsizlik değil, şiddet de kadınların en büyük mücadele alanlarından biri. Evde, sokakta, işyerinde; fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kalan binlerce kadın, her gün var olma savaşı veriyor. Kadın cinayetleri, taciz, mobbing, istismar hâlâ gündemimizde. Oysa ki olması gereken bu değil. Kadınların güven içinde yaşaması, üretebilmesi, hak ettikleri gibi eşit koşullarda var olabilmesi bir lütuf değil, temel bir insan hakkıdır.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2024 yılında 394 kadın öldürüldü. 394 hayat. 394 anne, kız kardeş, arkadaş… 394 hayal, yarım kalan hikâye. Ve dahası var: 259 şüpheli ölüm. 'Şüpheli' kelimesinin ardına saklanan adalet boşluğu. Biz her yıl artan bu sayıları okurken, birilerinin sessiz çığlıkları duyulmadan kayboluyor. Sayılar her yıl artarak devam ediyor maalesef. Ve biz onları birer sayıdan ibaret görmeye devam ediyoruz. Cinayetlerin bir kısmını işleyenler zaten sabıkası olan suçlular. Ceza almayıp dışarda ellerini kollarını sallayarak geziyorlar.
Ve ne acıdır ki oran olarak bilmiyorum elbette ama cinayetlerin bir kısmı da en yakınlarındaki kişiler tarafından işleniyor.
Kadın olmak her ülkede aynı derecede zor değil belki, ya da bazı ülkelerde bizim ülkemizden daha zor. Bilmiyorum. Ama bizim coğrafyamızda kadın hep çok fazla şeyi bir arada olmak zorunda. Doğduğun yerde, doğduğun evde şekilleniyor kaderin belki büyük ölçüde. Biraz şanslıysan okuma imkânı buluyorsun. Şansın yoksa çocuk yaşta gelinlik giyiyorsun. Daha büyürken belli kodlarla büyütülüyorsun.
Kadınsan güçlü olmalısın ama fazla güçlü görünmemelisin. Ne eksik, ne fazla. Hep 'tam kararında' olmalısın. Kahkahaların bile ölçülü olmalı. Fazla gülersen hafif, fazla susarsan soğuk, fazla konuşursan ukala, az konuşursan çekingen. Sürekli bir dengede kalman beklenir.
Ama sormazlar: Peki ya sen ne istiyorsun?
Büyüdükçe roller çoğalır. Evde iyi bir kız evlat, sonra iyi bir eş, iyi bir anne olman beklenir. Kariyer yapabilirsin ama önceliğin hep 'ailen' olmalıdır. Çalışıyorsan, ev işlerini de eksiksiz yapmalısın çünkü 'kadın işi' diye bir kavram vardır ve bundan kaçamazsın. Aynı işi yapmana rağmen erkeklerden daha az maaş alabilirsin, ama 'şükretmeyi bilmelisin.' Tacize uğrarsan, 'acaba ne giyiyordu?' ‘neden o saatte ordaydı’ diye sorgulanırsın. Sokakta yalnız başına güvenle yürüyemezsin. Sana güvenli ortam sağlamakla görevli olanlar görevlerini yapmak yerine seni nasıl kısıtlayabileceklerine daha çok kafa yorarlar. Boşanmak istersen, 'yuvanı yıkma' nasihatleriyle yalnız bırakılırsın.
Kadın olmak; hep bir şeyleri ispat etmek zorunda kalmaktır. Güçlü olmak ama fazla da güçlü görünmemektir. Özgür olmak ama sınırlarını bilmek zorunda kalmaktır.
Kadına toplum içinde şiddet uygulayan sadece erkekler değil üstelik. Kimi zaman anne, kimi zaman kardeş, akraba, kayınvalide, elti, müdür, iş arkadaşı ya da yakınındaki herhangi biri neticede kadının karşısında yine bir kadın olabiliyor. Kadın kadının kurdu denir ya hani maalesef gerçeklik payı çok var. Ben hiç yaşamadım diyecek olan yoktur sanırım. Ama aksi de mümkün. Yani kadın kadının yurdu olabilir. Oluyor da.
Kadın olmanın nasıl büyük bir güç olduğunu fark etmek çok önemli.
Ben Eforsuz Yaşam Okulu’nda Kıymetli Kadınlar Kulübü çalışmasına katılmıştım geçen yıl. Tıpkı adı gibi çok kıymetli 12 ay geçirdim. Her ay bir kadın arketipi çalıştık. Ben şefkat kadınıymışım mesela bunu o çalışmada öğrendim. Aslında her arketip var hepimizde ama baskın olan temsil eden bir tane var mutlaka. Şefkati yanlış anladığım yerleri öğrendim. Önce kendime şefkati mesela. Şimdi çıkmazda kaldığım yönümün şaştığı bazı durumlarda soruyorum. Şefkat olsa ne yapardı?
Ve yine bu çalışmalarda fark ettiğim bir şey daha var. Kadın komünitesi kız kardeşliği çemberi hayat kurtarıcı etkiye sahip. Yüz yüze hiç tanışmadığım ama yıllardır çok yakından tanıyormuş gibi hissettiğim bağ kurduğum kız kardeşlerim var. Öğrendim ki kendini yalnız hissedip tüm yükü sırtlanmaya gerek yok. Yakınındaki yardım elini görebilmek önemli olan. Evet içimizde bir süper güç var. Ama her zaman güçlü olmak zorunda değiliz. Evet istediğimiz her şeyi yapabilecek donanıma sahibiz ama her zaman halledemeyebiliriz.
Kendini paralamak, saçını süpürge etmek, kendini başkaları için feda etmek çok kutsal sayılıyor bizim topraklarımızda. Kendini yok say ama her şeye yetiş ve herkesi mutlu et. Ben elimden geldiğinde tekrar edeceğim. Çünkü her yazdığım her söylediğim aynı zamanda kendime de hatırlatma. Yaşayabileceğimiz sadece TEK BİR HAYAT var. Hepimiz dünyaya gelme başarısı göstermiş birer mucizeyiz. O zaman neden gerçekten hissederek yaşamayalım ki. Neden kendimizi sıkıştığımız yerden kurtarmayalım. Başkalarına verdiğimiz gücü neden kendimiz için kullanmayalım. Kadın isterse gerçekten yapamayacağı hiçbir şey yok. Bir yolunu mutlaka bulur. Hele de bir araya gelip el ele verirlerse kadınların önünde dağ duramaz. Ama bunun için kişisel çıkarları, kıskançlıkları, gizli ajandaları bırakıp gerçekten el ele vermek gerekiyor.
Biz kadınlar bir araya geldiğimizde, en güçlü bağları kurarız. Birbirimizi yukarı kaldırabilir, dünyayı değiştirebiliriz. O yüzden bugün sadece bir kadın için değil, hepimiz için sesimizi yükseltelim. Çünkü gerçek değişim, ancak birlikte mümkün.
Yıllardır süregelen bu ezberleri bozmak, kadınların kendi hayatları üzerindeki söz hakkını güçlendirmek hepimizin sorumluluğudur. Çünkü kadın, bir role sığdırılamayacak kadar güçlü, cesur ve özgürdür.
Bugün 8 Mart. Yüzeysel kutlamaların, çiçeklerin ve promosyon indirimlerinin ötesinde, kadınların sesini duymak ve onların mücadelesine gerçekten destek olmak için bir fırsat. Kadınların eşit haklara sahip olduğu, özgürce yaşayabildiği bir dünya hayal değil, ancak bu hayalin gerçekleşmesi için hepimizin sorumluluğu var.
Öyleyse Bugün, bir kadının sesine kulak ver. Ama sadece dinlemekle kalma. Yanında ol, destek ol, elini uzat. Çünkü sen, ben, biz—birlikte değişimi yaratabiliriz!
Bu yazının podcast kaydını dinlemek isterseniz bağlantı aşağıda;
Comments